Türkiye’de yaşayan 3 farklı geyik türünü ve onları görüntülerken yaşadığım heyecan ve tecrübeleri anlatmaya devam ediyorum. İlk bölümde kızılgeyikten bahsetmiştim. Bu yazımda ise filmlere ve türkülere de konu olan alageyikten bahsedeceğim.
Alageyik (Dama dama), yağmurca veya yerelde benekli geyik isimleri ile de anılır. Üzerinde oldukça belirgin benekleri olan, kürek boynuzlu ve oldukça ürkek bir türdür. Geceleri aktiftir. Gündüz vakitlerini sık ormanlık alanlar içerisinde gizlenerek geçirir.
Kızılgeyikten küçük ama karacadan büyük bir geyik türü olan alageyiğin erkekleri 140–160 cm uzunluğunda bir boya ve 90–100 cm omuz yüksekliğine sahiptir. Ağırlıkları 60–100 kg olur. Dişileri ise 130–150 cm uzunluğunda, 75–85 cm omuz yüksekliğinde ve 30–50 kg ağırlığındadır. Genç dişiler oldukça küçük görünürler ve dişilerde boynuz bulunmaz. Erkeklerde ise ilk 3 yıl dal şeklinde olan boynuz 3. yıldan sonra kürek şeklini almaya başlar.
Diğer geyikler gibi alageyik de her yıl kış sonu, bahar başında boynuzlarını düşürür ve yaz başında yeni boynuzlar uzamaya başlar. Boynuzların ağırlığı 5-7 kg gelebilir. Üreme dönemi dışında renkleri beyaz benekli, açık kızıl, kahvemsi tonlarda olurken üreme döneminde renkleri pas rengine ve boyun kısımları koyu gri hatta erkeklerde siyah renge dönüşür. Bu haliyle çam ormanlarında onları görmek çok zordur.
Üreme zamanı sonbahara denk gelir ve erkek geyikler kükreme ve havlama arası, hatta bazen leopar hırlamasına benzeyen ve böğürme tabir edilen sesler çıkartır. Bu sesler gece ormanda 4-5 km mesafeden rahatlıkla duyulabilir. Daha önce böyle bir ses duymadıysanız ciddi anlamda korku yaşayabilirsiniz. Neyse ki ülkemizde kaplan yaşamıyor diye rahatlarken leoparın hala var olduğunu hatırlayıp dizlerinizde bir titreme yaşamanız ve kalbinizin ağzınızda atması olasıdır.
Vikipedi’de geçen ve Milli Parklar'ın da yıllardır vurguladığı bilgiye göre dünya üzerinde tek saf yabani alageyik ırkı ülkemizde, sadece Antalya’da yaşamıştır. Avrupa’ya asırlar içerisinde insanlar tarafından taşınmış ve sayıları artarak ciddi bir popülasyona ulaşmıştır. İran’ın batısından ötede Asya’da doğal olarak bulunmazlar. Ülkemizde ise hem doğal ortamında hem de gen koruma merkezinde ve üretim istasyonunda görülmektedir. Koruma altında son yıllarda sayıları az da olsa artmış ve iki farklı bölgeye daha yerleştirme yapılmıştır.
Alageyikler ile ilk tanışmam yine ilk yazımda bahsettiğim gibi "Anadolu’nun Geyikleri" fotoğraf projem zamanında olmuştu. Gerekli izinleri alıp doğal yaşam alanlarında onları görüntülemek için 10 gün çalışmıştım. Sese aşırı duyarlı oldukları için onları bulmak ve yaklaşmak çok zordu. İlk 3 gün izlerini ve sık kullandıkları yolları ancak bulabildim. Sonrasında kamufle olacağım veya kamufle olamadığım durumlarda uzaktan da olsa görme ihtimalim olan noktaları belirledim.
İyi fotoğraf peşinde olduğum için gece hiç çekim planlamadım. Kamufle olacağım ve izlerinin yoğun olduğu bir noktada beklemeye karar verdim. Bu nokta orman sınırın bitimine yakın bir yerde sık çalıların içiydi. Önümde bir açıklık vardı ve orada taze otlar olduğu için akşama doğru geleceklerini umuyordum. Öğleden sonra girdiğim kamuflajda uzanarak bekliyordum. Çünkü bir çadıra veya yüksek bir yapıya asla yaklaşmazlardı. Saatler geçtikçe yüzüstü uzandığım için göğüs kafesim ve boynum ağrımaya başlamıştı. Ormanın içini sürekli izlemekten halüsinasyonlar dahi görüyordum sanki. Bazen bir kütük bile geyik gibi geliyordu gözüme…
Derken erkek geyiklerin böğürmeleri duyulmaya başladı. Yaklaşıyorlardı. Ancak hava da yavaş yavaş kararıyordu. Yüksek dağlar güneşi çoktan gizlemiş ve orman zemini epey karanlık olmuştu. Fakat ben fotoğraf çekemesem de geyikleri görmek istiyordum. Sesler epey yaklaştığında ne kendi gözümle ne de makinenin yüksek iso değerlerinde bir şey göremiyordum. Sesler tüm ağrılarımı ve yorgunluğumu unutturmuştu.
Etrafımda ayak sesleri ve erkek alageyiklerin kükremeleri vardı. Dört farklı erkek alageyiğin sesini duyuyordum. Çalılardan dolayı üstümden geçmezler diye ümit ederken sanki leopar kükremesine benzeyen güçlü sesleri çok yakından zemini titretirken biraz tedirgin olduğumu itiraf etmeliyim. Birden bire kavga başladı ve ortamdaki gerilim zirveye ulaştı. Karanlıkta gözlerim hiçbir şey görmediği için kulaklarımla görmeye başlamıştım.
Önümde iki erkek, dişileri etkilemek için kavga ediyordu. Kavga sırasında yerden kalkan tozun kokusu burnuma geliyordu. Hemen arkamda ve sağımda duran diğer iki erkek ise hem durumu izliyor hem de kükremeye devam ediyordu. Boynuzlarının birbirine çarpma sesi kavganın şiddetini çok net anlamamı sağlamıştı. Öylece kımıldamadan durmalı ve asla kalkmamalıydım. Bu kargaşada ben de zarar görebilirdim.
Kavga bir dakika kadar sürdü ama bana sorsanız yarım saat sürdü diyebilirim. Sonrasında bir kovalamaca oldu ve kavga eden ikisi uzaklaşırken sadece arkamdaki alageyiğin sesini duyuyordum. O da yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Kısa bir sessizlik olunca önce kafa lambamı açtım ve etrafı kontrol ettim. Yakınlarda kimseler yoktu. Sonra dizlerimin üzerine doğruldum ve tekrar kafa lambası ile ormanın içlerine baktım. Bir anda bir çok yeşil gözün parladığını gördüm. Aklım kısa süreli çıktı, geri geldi. Alageyik olduklarını anlayınca rahatlamıştım. Ayağa kalktığımda hepsi kaçıştılar.
Yavaş adımlarla ve etrafımı sık sık kontrol ederek yaklaşık 400 metre uzağa gizlediğim aracımın yanına ulaştım. Elimde tek bir kare fotoğraf yoktu ama kulaklarım ve burnum bir belgesele şahit olmuştu…
Sonraki günlerde şansım daha yaver gitti ve hem sabah hem de akşam hava aşırı kararmadan küçük karşılaşmalar yaşadım ve fotoğraflar çekmeyi başardım. Her defasında beni görüyorlar, kısa bir süre meraklarını giderdikten sonra hızla kaçıyorlardı. Bu süre de benim fotoğraf çekmem için yeterli oluyordu.
Ülkemizde yaşayan geyikleri yaklaşık 7 yıldır görüntüleyen ve takip eden birisi olarak her mevsimde alageyikleri ziyaret ettim. Özellikle boynuzları yeni çıkarken ve yavrular daha cesurca etrafta oynarken de onları görüntüleme şansım oldu.
Çok zor ve çok değerli bir tür. Az sayıdalar. Avları tamamen yasak. Av ihalesi açılmıyor ve ciddi bir planlama ile korunuyor. Sayılarının artması için onlarca kişi canla başla çalışıyor. Alageyik sahasında Milli Park yetkilileri ve av koruma çalışanları ile ben de çalışmalarım süresinde bazı geceler nöbet tuttum. Gündüz ve gece alageyiklerin korunması için nöbet tutan onlarca personele ne kadar teşekkür etsek az.
Anadolu Kadim Doğa belgeselimiz için de alageyikleri görüntüledik ve görüntülemeye devam ediyoruz. Milli Parklar'a da destekleri ve izinleri için bir kez daha hem kendi adıma hem de tüm ekip adına teşekkür etmek isterim.
Sonraki yazımın konuğu karaca olacak. Görüşünceye dek doğayla ve sağlıcakla kalın…
Heyecan ve zevkle okudum Ali hocam elinize sağlık.