top of page
  • Writer's pictureBurak Dogansoysal

Çadırda Geçen Hayatlar: Kamuflaj Çadırı

Şu hayatta duymayı en sevmediğim seslerden biri kulağımın 10 cm yanında yankılanıyor. Aniden ve en yüksek seviyeden çalmaya başlayan, telefonun sevimsiz dijital alarmı. Neredeyse arazide olduğumuz her sabah olduğu gibi yine 4’te çalarak tüm ekibi (hatta belki kuşları da) uyandırıyor.


Uyku tulumunu açar açmaz buz gibi bir gerçekle yüzleşiyorum, sabah ayazı. Neyse ki giyeceğim her şey çadırın içinde hazır ve hızla giyinirken azıcık da olsa ısınıyorum. Önce termal içlikler, sonra çift yün çorap, sonra arazide giydiğim kargo pantolonu, üstüne gömlek, üstüne polar, kafama şapka derken lahana gibi çıkıyorum çadırdan. Alarmdan sonra en sevmediğim ikinci şey var sırada; donmaya yakın derecede suyla elimi yüzümü yıkamak.


Ağustos ayında kamuflaj çadırının içi dışından yaklaşık 20 derece daha sıcak oluyor. Ya da bize öyle geliyor.

Çok yıpratıcı bir iş olduğu için kamuflaj çekimlerinde dönüşümlü çalışıyoruz. Genelde aynı bölgede iki farklı açıya kurulmuş çadırlarda çekim yapacak iki kişi hazırlanırken onları kamuflaja bırakıp kampa dönecek kişi aracı hazırlıyor. Diğer arkadaşlar eğer onca sese uyanmadıysa sıcacık çadırlarında, yumuşacık uyku tulumları içinde uyumaya devam edebilir. Tabii güneş doğana kadar. Kamuflaj görevi olmasa da çekimlerde mutlaka yapacak bir iş, çekilecek bir sahne oluyor.


Kamuflaj çadırı karada da kurulsa suyun içinde de olsa gün doğmadan içine girmek gerek. Bölgede gecelemiş canlılar veya gece aktif olan türler sizi görmese iyi olur. O yüzden kamuflaj çadırlarımızı çekim için belirlediğimiz noktalara önceden kurup bırakıyoruz ve henüz hava aydınlanmadan, olabilecek en sessiz şekilde içine yerleşip, çekime hazır oluyoruz. Günün ilk ışıklarıyla hareket başlıyor ve güneş yüzünü gösterdiği an (tabii bulut veya yağmur yoksa) muhteşem ışıkta harika sahneler çekiyoruz (tabii çadırları kurduğumuz alan doğruysa ve civarda hayvan varsa).


Kamuflaj çadırı sudaysa onca kıyafetin üzerine bir de göğüs / kasık çizmesi giymemiz gerekiyor. Isı yalıtımına pek faydası olmasa da en azından ıslanmamızı engelliyor. Ne yalan söyleyeyim, bazen suyun içi dışından sıcak olduğu için boynuma kadar suyun içinde çekim yapmayı seviyorum. Ama bazen…



Kamuflaj çadırı adı üzerinde bir çadır. Çoğu modelin zemini açık, nereye istersek oraya kuruyoruz, dallar, taşlar ve sazlar engel olmuyor. En az bir, genelde de üç ya da dört cephesinde pencere olan kamuflaj çadırından sadece lensin ucu dışarı çıkıyor. Kuşlar harekete karşı son derece hassas canlılar, insan hareketi görmemelerinde fayda var. İçine yerleştirdiğimiz kamp sandalyesinde oturarak ufak açıklıklardan, içeriyi göstermeyen tül pencerelerden dışarıyı izleyip çekmek istediğimiz sahneleri yakalamaya çalışıyoruz. Konumuz memeliler ise işin içine ses ve koku da giriyor. Kokuya yapacak fazla bir şey yok. Ancak hareketsiz ve sessiz kaldığımız sürece hayvanlar kokumuzu alsa da çadırın varlığına alışarak tedirgin olmadan dolaşıyor.



Bir gece önceden hazırladığımız sandviç, termoslara doldurduğumuz çay ya da kahve, belki bir meyve ya da minik bir enerji barı kamuflaj çadırı içindeki kahvaltımız. Mümkünse kokusu yoğun olmayan, ambalajı ses çıkarmayan gıdalar tüketmekte, bunu da hava aydınlanmadan ve hayvanlar ortaya çıkmadan yapmakta fayda var. Işık çekim için uygun olmaya başladığı andan itibaren sadece ve sadece önümüzdeki sahneye konsantre olmalı, en ufak bir ses ve harekete karşı tetikte olmalıyız. Bazen içinde 10-12 saat beklediğimiz kamuflaj çadırının önünde tek bir hareket oluyor, bir balıkçıl kocaman bir balığa dalıyor, bir yaban domuzu saniyeler içinde koşarak sazlardan çıkıyor, bir kızıl geyik kafasını ormandan çıkartıp böğürüp ağaçların arasına geri kaçıyor. Belgesel dediğimiz şey bu saniyelik anların binlercesinden oluştuğu için her bir “an” çok kıymetli ve tam konsantrasyon gerektiriyor.



Gelelim en sevmediğim kamuflaj yöntemine; yüz üstü uzanıp kamuflaj ağı altına gizlenmek. Altıma serdiğim mata rağmen toprağın içime işleyen soğuğu, yattığım yer çamursa üstümün başımın ne kadar dikkat etsem de çamur olması, yerden yaklaşık 20-25 cm yüksekteki vizörden bakarken boynumun tutulması, bir elimle tripodu kullanabilmek, diğer elimle de netlik yapabilmek için belimi akrep kuyruğu gibi kıvırmak zorunda kalmam yere yatmanın sevimsiz tarafları. Neyse ki bu sorunu çözdük diyebilirim. Projemizin uluslararası destekçilerinden Tragopan yer seviyesi çekimler için harika bir kamuflaj çadırı yapmış ve çekimlerde kullanmamız için bize göndermiş. Diğer çadırlarımız kadar kullanışlı, kurulumu kolay ve rahat olduğuna şimdiden eminim. Sabırsızlıkla rahat bir şekilde içinde çekim yapacağım anı bekliyorum.



Kamuflaj örtüsünün altı ayaktaysam ya da kamp sandalyemde oturuyorsam o kadar da kötü değil. En azından havadar, delikleri arasından püfür püfür esiyor. Bazen çadır kurma imkanı olmuyor ve kamuflaj ağları yardımıyla gizlenerek çekim yapıyoruz. Boynuma kadar suyun içinde çekim yapacağım bir yerde doğal olarak suyun içine çadır kuramadığım için ayakta durup sazların arasına gizleniyorum, üzerime de kamuflaj ağını alarak hayvanların beni görmemesini sağlıyorum. Suyun içinde, balçık çamurda durmak o kadar da kötü değil. Ancak aşırı pahalı ekipmanla, bazen karanlıkta suya düşmeden yürümek gerçekten zor ve büyük başarı.


En etkili kamuflaj yöntemlerinden biri de terk edilmiş binalar. Eğer çekim yapacağımız bölgede hayvan yoğunluğu varsa ve o bölgede uzun süredir orada duran bir yapı varsa işimiz çok kolaylaşıyor. Hayvanlar yıllardır orada duran binaya alışık olduğu için önünde dolaşmaktan, binanın önünde beslenmekten çekinmiyor. Bu nadiren karşılaştığımız ama denk gelirsek de mükemmel görüntüler almamızı sağlayan bir kamuflaj şekli.



İlerleyen dönemde de çadırlarda geçen hayatımızın kamp cephesinden deneyimlerimi paylaşacağım.



390 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page