top of page
  • Writer's pictureMerve Acikgoz

Tam da ısınıyorduk...

Tam da ısınıyorduk... 🤕


Bu hikaye 20 gün için çıktığım arazi çekimlerinden 4. günde neden ve nasıl geri döndüğümün hikayesi.


Bilenler bilir, bilmeyenler için ise kısaca özet geçmek gerekirse ben Merve. Marine Blue Films ekibinin kamera arkası kameramanlığına yeni başlamış çiçeği burnunda sinema emekçisi. Daha önce Burak Doğansoysal’ın yönetmenliğini yaptığı projelerde farklı görevlerde çalışmıştım ancak bu proje ve bu yolculuk benim için en önemlilerinden birisiydi. Bir vahşi yaşam ve doğa belgeseli çekimleri için ilk defa araziye çıkacaktım ki öyle de oldu, dört gün boyunca daha önce hiç yaşamadığım tecrübeler yaşadım. En büyük tecrübe de son gün yaşadığım ve eve dönmeme neden olan tecrübem oldu.


Kendimden biraz daha bahsedecek olursam Eskişehir’de yaşıyorum, öğrenim hayatımdan sonra burada kaldım ve yaşamaya devam ettim. Pandemi dolayısıyla da yaklaşık 1.5 yıldır Eskişehir dışına çıkamadım ve hiç bir yere gidemedim ki bu süreç öncesinde otostop ile Türkiye’nin bir çok ilini gezmiş ve kamp yapmış doğa ile iç içe yaşamayı seven bir insandım. Pandemi sürecinde tamamen eve kapanmış olmanın sonucunda bu proje benim için muhteşem bir ödül olacaktı. Hem gezip görüp öğrenecek hem de aynı zamanda çalışacaktım. Kulağa hepimizin hayalindeki iş gibi geliyor değil mi?


Hikaye Eskişehir’in iki farklı bölgesinde gerçekleşecek çekimler ile başlıyordu. Tüm ekip farklı şehirlerden yola çıkarak Eskişehir’de buluştu ve ilk gün Kara Akbabaların olduğu bir bölgede çekim yapabilmek için yola çıktık. Bölgeye ulaştığımızda bölge rehberimiz tarafından gönderilen lokasyonları dolaştık ve ertesi gün erken saatlerde kamuflaj kurulması gereken yerleri ve kamp alanımızı belirledik. Alan keşfi tamamlandıktan sonra kamp alanımıza döndük ve çadırlarımızı kurduktan sonra yemeğimizi hazırlayarak soğuk ve sisli bir Eskişehir akşamında ilk hazırlıklarımızı tamamladık. Daha önce çok kez kamp yapmış olmama rağmen ilk defa bir kamp akşamında erkenden uyuyarak gün aydınlanmadan uyanmam gerekiyordu ve bu beni gerçekten çok zorladı. Erken saatlerde uyuma alışkanlığım olmadığı için uyuyamadım ve gün aydınlanmadan uyandığım saatte çok zorlanmıştım. Aklımda sürekli önümüzdeki 20 gün boyunca nasıl bu şekilde yaşayacağım düşüncesi vardı ancak bunlar yaşadığımız heyecan ve mutluluk duygusunu bastırmayı başaramasa da içimde sürekli bir huzursuzluğa ve korkuya neden oluyordu. Bölge çok yüksek bir rakıma sahip olduğu için gecenin rüzgarlı ve soğuk olması uyumamı daha da zorlaştırmıştı. Kamp alanımız küçük bir göl kenarındaydı ve tüm gece kurbağaların sesi ile uyumaya çalışmak işin ayrı bir zorluğuydu.


Tüm bu süreç içinde ekibe ve işe alışmaya çalışırken bir yandan yapmam gerekenleri öğrenerek ekip içinde daha yararlı bir hale gelmeye çalışıyordum. Sabah 4 oldu ve uyanış saati geldi. Çadırlardan tek tek duyulan alarm sesleri ve uyanış. Ardından kamuflaj içinde çekim için belirlediğimiz noktalara gitmeye doğru hazırlık sürecinde kamera arkası çekimlerini yapıyordum. Henüz açılmakta güçlük çeken gözlerim ile netlik ayarlamaya çalışmak gerçekten zor bir işmiş bunu da o sabah öğrenmiş oldum. İki farklı bölgede kamuflaj kuracak olan ekipler birer birer bölgeden ayrıldı ve kamp alanında kalması gereken nöbetçilerden birisiydim. Sabahın o saatinde hiç bilmediğim bir dağ başında yapayalnız kalmak yine korku içinde hissetmeme neden olmuştu. Bu korkunun bir süre daha peşimi bırakmayacağını hissetmeye başlamıştım. Ancak bu duygulardan bir an önce kurtulmak istiyordum.


Aradan saatler geçti ve kamuflaj ekipleri bölgede beklenen çekimleri gerçekleştiremedikleri için daha erken saatte geri döndüler. Ardından tekrar gün boyu arazi keşifleri devam etti ve bu bölgede bu sezonda istediğimiz görüntüleri alamayacağımızı anlayarak ileri bir tarihte tekrar gelmek üzere planlarımızı yaptık. Bölge halkıyla bağlantılar kuruldu ve tekrar geleceğimiz zaman yapılmadı gereken hazırlıklar üzerine konuşuldu. Çekim açısından olmasa da keşif açısından verimli geçen bir günün ardından tekrar akşam oldu ve yemeğimizi yiyerek yine çok erken sayılabilecek saatlerde uyumaya hazırlanarak çadırlarımıza çekildik. Bu sefer daha kolay bir şekilde uyuyarak biraz daha bu duruma alışmaya başladığımı hissettim.


Ertesi gün uyandık ve kahvaltımızı yapıp toparlandıktan sonra ikinci çekim bölgemiz olan Eskişehir’in başka bir ilçesine geçmek üzere yola çıktık. Yol boyunca harika manzaralar içinde seyehat ettikten sonra Eskişehir merkeze ve oradan da yeni çekim bölgemize ulaştık.


Bu yeni çekim bölgesi aynı zamanda bir kamp alanı olarak da kullanılan bir kaya tırmanış alanı ve bu kayaların hemen yanında bulunan ağaçlık bir kamp alanıydı. Ağaçlık olduğunu özellikle belirtmek istiyorum çünkü en başta bahsettiğim eve dönüş hikayem tam olarak bu ağaçlar sebebiyle başlıyor. Ancak bunu duymanız için biraz daha zaman var. Bu ağaçlarda bulunan Sığırcık yuvalarını ve Sığırcık kuşlarının yavrularını besleme davranışlarını görüntülemek için buradaydık.


İlk günümüzde kısa bir alan keşfi ardından belirlediğimiz noktalarda hemen çekimler yapmaya başlayarak verimli bir çekim günü yaşadık. Alanda keşfimizin daha kısa bir sürede ve kolay olmasının nedeni burada sürekli kaya tırmanışı yapmak için bulunan ve bölgeyi çok iyi bilen bir rehberimiz olmasıydı. Hatta yarın alan rehberimiz ile röportaj yapma görevi de bana aitti. Ardından yine her zaman olduğu gibi çadırları kurma ve alana yerleşme süreci. Akşam yemeği ve görüntü aktarımı sonrası çadırlara çekimle süreci. Çadıra çekildikten sonra yarın yapacağım röportaj için hazırlık yaparak sorularımı hazırladım ve bu yolculuk başladığından beri ilk defa korkusuzca çok rahat bir uykuya daldım. Erken saatlerde kamuflaj kurmamız gerekmediği için çok erken uyanmadığımız ve benim bugün çekimlerden ayrılacağımdan haberdar olmadan uyandığım mutlu ve heyecanlı bir sabahtı.


Kahvaltımızı yaptık ve tekrar Sığırcık yuvası görüntülerini çekmek için iki farklı noktada çekim yapmaya başladık. Benim bugün yapacağım en önemli iş alan rehberimiz Kenan ile birlikte yapacağım röportajdı ve detayları konuşmak için yanına gittim. Birkaç saat sonra çekimlere başlamak üzere sözleştik ve bu süreyi Ağaç Serçeleri’nin çekimlerini yapan Ali abinin yanında oturarak, bazen onun kamera arkası görüntülerini çekerek geçirdim.


Ve işte beklenen zaman gelip çatmıştı. Ekipmanlarımı hazırlayarak Kenan’ın yanına gittim. Nerede ve nasıl çekim yapacağımızı konuştuktan sonra kamerayı kurmak için hazırlanırken çekim alanımızın yakınında olan Burak abime bir şey sormaya gittiğimde bana kulaklık ile röportaj sesini dinlemeyi unutmamamı söyledi. İşte her şey burada başlıyordu. Sesi dinlemek için yanıma kulaklık almayı unuttuğumu farkederek koruluk alanın diğer ucunda olan ekipmanlarımıza doğru yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra başıma geleceklerden haberim olmadan, bir yandan soracağım soruları bir yandan da röportaj için ayarlamam gereken kadrajı düşünerek ekipmanlarımızın olduğu kamp alanımıza doğru ilerliyordum...


Yolumu neredeyse yarılamıştım ve bir anda kafama çok sert bir şekilde bir şey düştü. İlk anda ne olduğunu anlamadım ancak kafam çok acımıştı. Kafamı tutarak arkama doğru baktım ve kafama düşmüş olabilecek hiç bir şey göremedim. Çok sert bir çarpma olduğu için başımın acıdığını düşünürken bir anda elimle tuttuğum bölgeden koluma ve yüzüme doğru kan akmaya başladığını hissettiğimde büyük bir şok yaşadım. İlk defa kafam kanıyordu ve bu çok şiddetli bir kanamaydı. Çok korktum ve bir anda yanımda telsiz olduğunu hatırlayarak telsizden kafama bir şey düştüğünü ve kafamın kanamaya başladığını anons geçtim. Bu noktadan sonrasını yaşadığım korku ve acı şokunun etkisiyle hayal meyal hatırlıyorum.


Ancak hatırladığım en derin duygu çok büyük umutlarla ve hayallerle daha önümde iki haftalık bir çekim süreci olduğunu düşünerek çıktığım yolculuktan geri dönmek üzere olduğum korkusuydu. Yapmam gereken röportaja başlayamamıştım bile ve bir anda tüm planlarım ve hayallerim alt üst olmuştu. En çok görmek istediğim şehirlerden birisi olan Urfa ve onun ardından en çok görmek istediğim şehir olan Van’a doğru yola çıkmamıza iki üç saat kalmışken ben sonradan ağaç dalı olduğunu öğrendiğim, kafama düşen ve saniyeler içinde tüm heyecanımın ve planlarımın yerinin korkuyla kaplanmasına neden olmuş bir şey yüzünden ekibimden ve daha yeni alışmaya başladığım bu yeni iş hayatımdan uzak kalmak evime geri dönmek zorunda olduğumu anlamıştım.


Tüm bunları düşünürken alandaki ekip arkadaşlarım ve rehberimizin tırmanış ekibinden arkadaşları ilk yardım müdahelesini yaptıktan, kanamamı durdurduktan sonra beni hastaneye gitmek üzere arabaya bindirdiler. Burak abi beni hastaneye götürdü ve standart tıbbi kontroller ve prosedürler sonrasında neyse ki açılan yaranın çok büyük olmadığı ortaya çıktı ve birkaç dikiş ile müdahale edildikten sonra hastanedeki işimiz de bitti.


Sonuç olarak bu yaşadıklarımdan da anladım ki bazen bir şeyleri ne kadar isterseniz isteyin, bazı şeyler sadece olması gerektiği gibi oluyor. O ağaç dalı bir kaç saniye önce ya da sonra düşmüş olsaydı ben şu an bu yazıyı yazmak yerine ekibimle birlikte muhteşem tecrübeler yaşıyor ve muhteşem çekimler yapıyor olacaktım. Ancak yapmam gereken şey bir şekilde eve dönmekmiş. Ve öyle de oldu.


Burak Abi beni eve bırakacağını, 10 gün boyunca kafamda olması gereken dikişlerden dolayı çalışamayacağımı söylediğinde çok üzülmüştüm ve eve doğru giderken aklımdan sürekli geçen tek cümle şuydu.


Tam da ısınıyorduk be...

13 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page